Tweet |
Dünyanın işleyişinde evrensel yasalar temel bir rol oynar. Doğanın diyalektiği diye tanımlanan bu yasaların en önemli unsurlarından biri de zıtların birliği yasasıdır ve var oluşun iki zıt kutbunu ifade eder: ışık ve karanlık, iyi ve kötü, büyük ve küçük, beyaz ve siyah, ben ve öteki gibi.
Bu zıtlıklar, evrenin ve yaşamın anlaşılmasında önemli bir rol oynar ve varlığı anlamamızı sağlar. Bu zıtlıklar birbirleriyle sürekli bir etkileşim içinde olup birbirlerini tanımlar, dengeler ve biri olmadan diğerinin anlamı kalmaz. Örneğin, ışık olmadan karanlığın bir anlamı olmaz ve karanlık olmadan ışığın varlığı fark edilemez. Bu yüzden ‘ben’ ve ‘öteki’ arasındaki ilişki, birbirlerini anlamlandıran ve varlıklarını sürdürebilmeleri için birbirlerine ihtiyaç duyan iki kutup olarak düşünülebilir. Ben ve “öteki” kavramları bu dualite anlayışı içinde ele alınabilir.
“Ben”, bireyin kendini algıladığı, kendi iç dünyasını, düşüncelerini, duygularını ve kişisel deneyimlerini ifade eder. “Öteki” ise, “ben” olmayan her şeyi, yani bireyin dışındaki dünyayı, diğer insanları, doğayı ve evreni kapsar. Bu iki kavram, birbirleriyle sürekli bir diyaloğun içindedir ve birbirlerini anlamlandırır. “Ben”, “öteki”nin varlığıyla kendi sınırlarını keşfeder ve tanımlar, “öteki” ise “ben”in varlığıyla kendi kimliğini bulur ve şekillendirir. Bu etkileşim, bireyin kendini ve çevresini daha iyi anlamasını sağlar ve kişisel gelişim için zemin hazırlar. Dualite, böylece hayatımızın her alanında, farkında olsak da olmasak da varlığını sürdürür ve bizleri etkiler.
“Ben” ve “öteki” şeklinde ifade edilen iki kavramın inşası aynı zamanda biri diğerinin varlığına bağlıdır. “Ben” olmadan “öteki” olmaz. Dolayısıyla ayrımın kesişim noktası , aynı zamanda kendini ve ötekini inşa etmenin de başlangıç noktasıdır. Bir arada yaşama kültürünün odak noktası da “ben” ve “öteki” arasındaki algı ve ilişkilerin niteliğinde saklıdır ve bizim ve ötekinin “ben”i ve “öteki”ni nasıl gördüğü ve anlamlandırdığıdır. Kısaca diğerini “öteki” olarak mı yoksa “ötekileştirme” olarak algılayıp algılamama meselesidir.” (1) Bir toplumun veya kültürün kendini tanımlaması sürecinde, “öteki” olarak gördüğü başka toplumlar veya kültürlerle olan farklılıklarını vurgulayarak bir kimlik oluşturur. “Ben” ve “öteki” arasındaki ilişkinin, bireysel ve toplumsal düzeyde birbirlerini tanımlayıp, anlamlandırır. Bu ilişki, bir yandan bireysel kimliklerin oluşumuna katkıda bulunurken diğer yandan da evrensel bir birliğin ve bağlantının farkındalığını artırır.
“Ben” ve “öteki” arasındaki ilişki, sosyal becerilerin gelişimi için de hayati öneme sahiptir. Birey, “öteki”ni anlamaya çalışarak farklı bakış açılarına ve deneyimlere açık olmayı öğrenir. Örneğin bildiğimiz kültürel değişim programları öğrencilerin farklı bir ülkeye giderek oradaki yaşamı deneyimlemeleri, “öteki” ile empati kurma ve anlayış geliştirme fırsatı sunar. Takım sporları da ona keza oyuncuların birbirlerinin güçlü ve zayıf yönlerini anlamalarını ve bir takım olarak birlikte çalışmayı öğrenmelerini gerektirir. Bu süreçte, “öteki” olarak görülen takım arkadaşlarıyla empati kurmalarını sağlar. Bu tür programlar, katılımcıların farklı kültürel normlar ve değerler hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlar ve böylece kendi bakış açılarını genişletmelerine yardımcı olur.
Sosyal Hizmet Projeleri: Gönüllülerin dezavantajlı topluluklara hizmet etmek için çalıştığı sosyal hizmet projeleri, “öteki”nin yaşam koşullarını anlama ve onlara yardım etme konusunda derin bir empati geliştirmeye olanak tanır.
Bu örnekler, “ben” ve “öteki” arasındaki ilişkinin, bireylerin sosyal becerilerini nasıl geliştirebileceğini ve toplum içindeki anlayış ve iletişim düzeyini nasıl yükseltebileceğini göstermektedir. Bu süreç, bireyin kendi kimliğini daha iyi anlamasına ve sosyal çevresiyle daha sağlıklı ilişkiler kurmasına olanak tanır.
“Ötekileştirme ise kendi öz değerliliğini başkasının farklığını kötüleyerek ve kendini överek artırma çabasıdır. Ayrımcılık suçunun işlenmesidir.”(2) ”Ötekileştirme “ben” ve “biz” in dışındakilerin olumsuz olarak algılanmasıdır. Ötekileştirme sadece hakim grup tarafından diğerlerine yapılmaz, aynı zamanda hakim olmayan gruplar tarafından da güçlü gruba karşı da yapılabilir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca öteki ya da diğeri tasavvuru sürekli olarak varlığını sürdürmüştür.”(3) Ötekileştirme, bireylerin veya grupların, toplum tarafından onaylanmayan veya farklı görülen özellikleri nedeniyle ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz bırakılması sürecidir. Bireysel düzeyde, ötekileştirme, kişinin sahip olduğu özellikler veya inançlar nedeniyle toplum içinde marjinalleştirilmesine yol açabilir. Toplumsal düzeyde ise, ötekileştirme, belirli bir grup veya topluluğun, genel toplum yapısından dışlanmasına ve bu grupların haklarının kısıtlanmasına neden olabilir. Bu süreç esas olarak, diğerlerine bakarak “onlar benim gibi değil” veya “onlar bizden biri değil” demeyi içerir.
Ötekileştirme, başka bir kişinin bireysel insanlığını yok saymanın bir yoludur ve ötekileştirilenler, saygınlık ve saygıya layık görülme açısından daha az değerli olarak görülürler. Sana benzeyen insanlara olumlu nitelikler atfetmek ve senden farklı olan insanlara olumsuz nitelikler atfetmek. Senden farklı olan insanların veya sosyal grubun, senin veya yaşam tarzına tehdit oluşturduğuna inanmak. Herhangi bir sosyal gruptan kimseyi tanımadığın halde, o sosyal gruptaki insanlara karşı güvensizlik veya rahatsızlık hissetmek. Farklı oldukları için insanlarla etkileşimde bulunmayı reddetmek. Sosyal grubunun dışındaki insanların, senin ve grubun kadar zeki, yetenekli veya özel olmadığını düşünmek.
Ötekileştirme bazen açıkça görülebilir ancak genellikle dışarıda görülen insanların fırsata ve kabule erişimini engelleyen neredeyse görünmez bir engel olarak işlev görür. Ötekileştirme, yaş, engellilik, etnik köken, milliyet ve ırk, cinsiyet kimliği, cinsiyet, dil, meslek, siyasi bağlılık, din, cinsel yönelim, cilt rengi, sosyoekonomik durum dahil olmak üzere geniş bir özellik yelpazesi temelinde olabilir. Ötekileştirme örnekleri arasında medyanın sürekli olarak göçmenleri suçlu olarak tasvir etmesi, birini ‘egzotik’ veya ‘yabancı’ olarak etiketlemek, ırksal hakaretlerin kullanılması ve sistematik ırkçılığa katkıda bulunması yer alabilir.
Özetle, “ben ve öteki” kavramları, bireyin ve toplumun var oluşsal yapısının bir parçası olarak kabul edilirken aynı zaman da “ben”, bireyin kendini algılamasının temelini oluşturur, “öteki” ise bireyin kendisinden farklı olan her şeyi ifade eder. Öteki, bireyin kendini tanımlamasına yardımcı olan bir ayna işlevi görür; birey, öteki üzerinden kendini konumlandırır ve kimliğini şekillendirir. Bu iki kavram, birbirlerinin var oluşunu anlamlandıran ve tanımlayan zıtlıklar olarak düşünülürken “ötekileştirme” ise bu yapının bozulmasına ve bireyler arası ilişkilerin zarar görmesine neden olan bir sosyal sorun olarak ele alınır. İşte bu yapının bozulmasına ve bireyler arası ilişkilerin zarar görmesine neden olan bu sosyal sorunların yerine insanların farklılıklarının ötesinde bir araya gelmelerini sağlayan evrensel ilkeler etrafında birleştirmek ve insanlaşmak için olmazsa olmaz değerler olarak adalet, eşitlik, özgürlük ve barış gibi bu tür değerleri tabana yaymak insanın ortak bir zeminde buluşmalarını sağlamak , insana daha çok yakışır olacaktır.
Ruken BAYRAM