Spor kültürü, spora ilişkin her türlü değeri, ürünü ve davranışı belirtir.İnsanların içinde bulundukları yaşam koşullarına uyumları kültür ile ilgilidir. Bu durumu, “büyük ve yapısal olarak gelişmiş bir toplumda, küçük öğelere özgü yaşama ve davranma biçimlerinin tümü” olarak da belirtebiliriz. Türkiye’de; spor yerine futbol, spor kültürü yerine de futbol kültürü demek daha doğrudur. Bu durum, kültürel anlamda bir çeşitlilik ve zenginlik yaratamadığı gibi; giderek büyük bir hızla spor yapmayı değil; sporu izlemeyi, spordan (daha doğrusu futboldan) konuşmayı seven bir topluma dönüşüme neden olmuştur. Sporun magazini, kendisinin önüne geçmiştir. Sporun medyada sunuluşu da, spor kültürüne olumlu katkılar yapmamaktadır. Spor medyası, her fırsatta şiddete karşı olduğunu belirtse de; reyting ya da tiraj kaygısıyla, haberleri sunuş biçimiyle şiddete çanak tutmaktadır,argo içeren söylemler ağırlık kazanmıştır. Kültür, önemli ölçüde bir nitelik ve birikim olgusudur. Sonuçlar kadar – hatta bazen daha çok – süreçler de önemli ve anlamlıdır. Bu anlamda spor, yalnızca skor değil; çok daha fazlasıdır. Bir ülkede, bir spor dalı
diğerlerinden daha çok ilgi görebilir ve medyada daha geniş yer bulabilir; ancak, sporun futbol, futbolun da 3 – 4 spor kulübümüzün futbol şubeleriyle sınırlandırılması; birçok spor dalının ve bu spor dallarına ilgi duyanların, amatörlerin yok sayılması yanlıştır; medya açısından bir kolaycılıktır. Diğer yandan, ülkemizdeki milyonlarca çocuk ve genç için yeterli spor olanakları yaratılamamış; spor, fırsat eşitliği önceliğiyle yaygınlaştırılamamıştır. Öyle ki, kentleşme ve teknolojik gelişmelerin de etkisiyle, hareketsiz yaşam yaygın ve ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak gündeme gelmiştir. Sporla ilişkimizi ve önceliklerimizi -olana göre değil; olması gerekene göre- yeniden düzenlemeliyiz. Spor felsefemizi ve politikalarımızı, bilimsel ölçütlere göre oluşturmalı; spor eğitimimizi aynı anlayışla yeniden yapılandırmalıyız.