Mushaf tertibinde altmış dokuzuncu sırada bulunan Hâkka Sûresi 40. âyet-i kerîmede “Şüphesiz ki o Kur’ân şerefli bir elçinin sözüdür” şeklinde buyrulmaktadır. Kur’ân içeriği ile ilgili çelişki ve yanlış arama meraklısı bazı kimseler zaman zaman bu âyeti gündeme getiriyorlar ve Kur’ân’ın aslında ilahi bir vahiy değil de beşer sözü olduğunu üstelik Kur’ân’ın kendisinin de bunu teyit ettiğini iddia ediyorlar. İddiaya göre bu âyet Kur’ân’ın Allah sözü değil de peygamber sözü olduğunu ifade ediyormuş. Hangi amaçla söylenirse söylensin acaba gerçekten öyle mi? Öncelikle şunu belirtelim ki aynı ifade Hâkka Sûresi dışında bir de Tekvîr Sûresi 19. âyette yer almakta olup her iki âyet de bağlam yönünden benzer anlamlar yüklenmektedir.
İlk olarak meâllere çoğu kere “elçi” olarak yansıtılan “resûl” kelimesinden hareket edelim. Kur’ân bu kavramı hem insanlara ilahi mesajı tebliğ eden, anlatan ve öğreten peygamberler için hem de melekler için kullanır. Nitekim bir âyet-i kerîmede “Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer.” (Hac, 22/75) buyrulmaktadır. Melekler hassaten Cebrail (a.s) da vahiy meleği olarak vahyi peygambere ulaştırma görevi bakımından yine resûl yani elçi konumundadır.
Malum ki elçiler kendilerini değil kendilerini göndereni temsil ederler. Teamüllere göre kişisel dokunulmazlıkları vardır. Getirdikleri mesajdan dolayı da sorumlu tutulmazlar. Dilimizde geçen “elçiye zeval olmaz” sözü bu durumu çok güzel ifade etmektedir. Yani elçi sadece aracı olup, getirdiği söz ya da mesajın asıl sahibi değildir. Eğer elçi kendisine emanet edilen söze kendi sözlerini ilave ediyorsa ya da başka başka şeyler söylüyorsa ona da elçi denilmez. İşte bunun gibi peygamberler de vahyin aracısı konumundadırlar. Üstelik onlar elçilik görevini çalışıp, çabalayarak yahut isteyerek almış değillerdir. Bu ilahi bir görevlendirmeden ibarettir. “Sana ancak ilahi mesajı ulaştırmak düşer” “Şüphesiz onlar seni yalanlamıyorlar fakat zâlimler Allah’ın âyetlerini yalanlıyor” mealindeki âyetler bu durumu teyit etmektedir. Bu yüzden peygambere itaat Allah’a itaat, O’na itaatsizlik de Allah’a itaatsizlik sayılmıştır. Hal böyle olunca peygamberin ağzından vahiy adına çıkan âyetlerin kaynağı ve sahibi sırf o söylüyor diye peygamberin kendisi olamaz. Kur’ân’ın yüz on dört sûresinin hiçbirinin altında Hz. Peygamberin (a.s) imzası bulunmamaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber (a.s) hayatı boyunca kendi sözleriyle Kur’ân âyetlerini ayrı tutmuştur. Bu durumda “şerefli elçi sözü” ifadesi Kur’ân’ın peygamberin kendi sözü olduğunu değil, peygamberin Allah’ın sözüne (kelâmullah) elçilik yaptığını vurgulamış olmaktadır.
Âyette geçen ve “şerefli” olarak çevirdiğimiz “kerîm” sıfatı da elçinin emânet ve sadâkatine işâret etmektedir. Buna göre Kur’ân, Allah’ın elçi olarak seçtiği resûlün, kendisine vahyedilen sözü emanete uygun bir şekilde bozmadan, ekleme çıkarma yapmadan tebliğ ettiği sözlerdir. İşte Kur’ân bu şekilde Cibril-i eminden Muhammedü’l-emin’e ondan da insanlara iletilmiştir.
İkinci olarak ilgili âyeti öncesi ve sonrası ile beraber düşünmek gerekir. Bu âyet-i kerîme tam da Kur’ân’ın ilâhî kelâm olduğunu inkâr eden ve ona beşerî kaynak arayan Mekkeli müşriklere red bağlamında gelmiştir. Nitekim devamında gelen âyetler Kur’ân’ın ne şâir sözü ne de kâhin sözü olduğunu ancak ve ancak âlemlerin Rabbinden indirildiğini beyan etmektedir. Demek ki Kur’ân’ın kaynağı Allah’tır. Hz. Muhammed (a.s) da kendiliğinden içine doğan ilhamlarla şiir söyleyen ne bir şair, ne de gaybdan haber veren bir kehânetçidir.
Öte yandan iddialar doğru olacak olsa bu, Peygamberin -hâşâ- Kur’ân’ı kendi uydurduğu anlamına gelir. İnsanları Allah sözü diye uydurma sözlerine davet eden biri ilgili sözleri aynı anda kendine nispet etmek suretiyle niçin açık çelişkiye düşsün ki? Eğer meseleyi Kur’ân’dan hareketle konuşacak olursak yine aynı surenin 44, 45 ve 46. geçen ve akılda hiç şüphe bırakmayacak kadar net olan şu âyetleri de ilave etmemiz gerekir:
“Eğer (o peygamber), bizim adımıza bazı sözler uydursaydı, onu mutlaka kudretimizle yakalardık. Sonra da onun can damarını keser atardık. Hiçbiriniz de buna engel olamazdınız”
Buradan anladığımıza göre peygamberin vahye kendiliğinden bir şey katması ya da çıkarması mümkün değildir. Kur’ân Hz. Muhammed’in sözleri değil emanete ihanet etmeyen değerli bir elçi olarak elçilik ettiği ilahi sözlerdir.
Sonuç olarak ilgili âyet Kur’ân lafızlarının Hz. Resûl (a.s)’a aidiyetini değil hakiki bir elçinin ilahi kelama aracılığını ifade etmektedir. Dolayısıyla âyet-i kerîmeyi ne dil ve bağlam itibarıyla ne de Kur’ân bütünlüğü içinde iddia edildiği gibi anlamak mümkün değildir. Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğu konusunda Kur’ân âyetleri tereddüde mahal bırakmayacak derecede açık, net ve tutarlıdır.
gaziantep escort mersin escort gaziantep escortseks hikayeleri
fındıkzade escort,büyükçekmece escort,türbanlı escort,avcılar escort,esenyurt escort,silivri escort