Bugun...


Recep Orhan Özel

facebook-paylas
“DEPREM AHLAKI”
Tarih: 09-02-2024 09:33:00 Güncelleme: 09-02-2024 09:33:00


Geçen yıl bu günlerde tarihimizin en acı, en elim yıkımlarını yaşadığımız depremlerle derinden sarsılmıştık. Aynı gün içinde meydana gelen iki büyük depremin ardından maalesef ağır can ve mal kayıplarımız oldu. Ancak depremin oluşturduğu büyük yıkıma rağmen devlet-millet birlikteliğinin en güzel örnekliğine, Anadolu irfanından tezahür eden müstesna fedakârlıklara da tanık olduk. Şüphesiz enkaz altında can veren kardeşlerimizin acısı yüreklerde hala tazeliğini koruyor. Yüce Rabbimiz hepsine sonsuz merhameti ile muamelede bulunsun. Kalanlara sabr-ı cemiller bahşetsin.

Yaşanan devasa maddi ve manevi kayıplardan sonra önümüze bakmak zorundayız. Tabloyu çok boyutlu düşünmeye ve artık yüzleştiğimiz acı gerçeklerden makul dersler çıkarma sorumluluğumuz vardır. Aksi halde biz bu fay hatları üzerinde yaşadığımız sürece tarih tekerrür edecektir. Yıkımların jeoloji, imar ve mühendislik yönü kadar bir de ahlâkî boyutu var ki bu kritiği yapmadan muhtemel trajedilerin önüne geçmemiz mümkün değildir.

İstisnalar hariç uzmanların çoğu İstanbul depreminin çok yaklaştığını söylüyor ve bu metropol şehir ülkemizin kalbi mesabesinde olduğu için hepimizin yüreği ağzında. Deprem ülkesi olmamız hasebiyle birçok şehir için de durum farklı değil aslında. Peki korkumuzun kaynağı deprem mi yoksa bina stoklarımızın zayıflığı veya uygunsuzluğu mu? Evet, gerçekte bizi korkutan şey aslında Allah’ın yeryüzünde yarattığı tabi kuralları hiçe sayarak yaptığımız sağlıksız yapılardır. Evet bizler içinde çoluk çocuğumuzla barındığımız meskenlerimize güvenmiyoruz çünkü ve haliyle korkuyoruz. Daha çok kazanalım diye malzemesinden, temelinden, betonundan, demirinden eksiltilen zayıf ve çürük yapılarımız bizi korkutuyor. Sırf manzarası var diye mukavemetsiz sulak zeminlere yaptığımız binalar bizi korkutuyor. Kuru dalı diksek yeşerecek verimli, pamuk gibi alüvyon toprakları yok ederek yaptığımız binalar bizi korkutuyor. Nizami sınırların üzerinde yükselttiğimiz binalar bizi korkutuyor.   Çıkılan kaçak katlar, keyfimize göre müdahale ederek kolunu bacağını kestiğimiz aksak, yaşlı yapılar bizi korkutuyor.

Oysa peygamberlerin dilinde tekrarlanan şu ilahi uyarı gök kubbe altında binlerce yıldır yankılanıyor: “Ölçüyü ve tartıyı tastamam yapın”

Rahmân Sûresinde ise şöyle buyrulur: “Rahmân olan Allah göğü yükseltip bir dengeye koymuştur. Sakın ola siz bu dengeyi bozmayınız” Ölçü ve tartı denge alametidir. Bunların bozulduğu bir toplumun dengesi bozulmuş, şirâzesi kaymıştır. Demek ki âlemin ahenk ve düzeni ölçü ve dengeden ileri geliyor. Havadaki oksijenin, yeryüzündeki çekim kuvvetinin, vücudumuzdaki kan değerlerinin evet her şeyin bir ölçüsü var. Bunlara riâyet edilmediği zaman ise nizâm bozuluyor sonuçta ya bir arıza ya da bir maraz çıkıyor.

Buradan devam edersek içinde yaşadığımız tabiat kanunları dediğimiz şeyler de bir ölçü ve dengenin eseridir. Bunların hiçbirini biz icâd etmedik. İlâhi bir takdir olarak hazır bulduk.  O zaman âyette buyrulduğu gibi dengeyi yani Allah’ın yerlere ve göklere koyduğu matematiği ve hendeseyi bozacak davranışlardan kaçınmamız gerekiyor. Tevbe Sûresi 109. ayet-i kerimede Rabbimiz kendi yarattığı doğadan bir temsil veriyor bize: “Binasını Allah’tan bir takva ve rızâ üzere yapan mı yoksa yıkılmak üzere olan bir yarın kenarına yapıp da onunla göçüp giden mi daha hayırlıdır?” Demek ki Allah’tan korkacağız, ölçüp biçeceğiz ve binaları ona göre yapacağız.  

 Mutaffifîn Sûresi başında ölçü ve tartıda aldatanlara karşı ağır bir tehdit de vardır: “Ölçü ve tartıda çalıp çırpanların vay haline!... Yoksa bunlar çok büyük bir gün için diriltilmeyeceklerini mi zannediyorlar” “Mutaffif”, az miktarda eksilten demektir. Bunlar için durum böylesine vahimse büyük çalmaların hali nice olacaktır. Günümüzde şöyle okuyalım bu âyetleri:

Çürük malı sağlamların arasına katanların vay haline!

Süte su katanların vay haline!

Zeytinyağına düşük yağ katıp satanların vay haline!

Malı olduğundan farklı şekilde öven, reklam edenlerin vay haline!

Kilometresini düşürerek araç satanın vay haline!

Atık ve yaramaz etleri normal etin içine katanların vay haline!

Genetiği modifiye pirinci normal pirince karıştıranların vay haline!

Küflü peyniri eritilmiş peynirlere katanların vay haline!  

İnşaatın demirinden, çimentosundan çalanların vay haline!...

İşte âyet-i kerîme “Hesap gününe iman eden bunu yapmaz” diyor. Tıpkı Efendimiz (a.s)’ın “Bizi aldatan bizden değildir? dediği gibi. A’den Z’ye hepimiz bu âyetleri üzerimize alınmalıyız. Çarşı pazardaki esnaf da bina yapan mütaahhit, mühendis de denetleyici de kısacası bütün meslek grupları âyetin muhatabıdır. Eğer ibadetlerimiz iş ahlakımızı düzeltmiyorsa o namazlar o oruçlar bizi kurtarmaz. Uzmanlar yıkılan binalarda binlerce kusur, eksik ve ihmallerden bahsediyorlar. Sizce yıkılanlar gerçekten binalar mı yoksa ahlakımız ve değerlerimiz mi? Yapılan yepyeni binalar dahi çürük çıkıyorsa orda asıl çürüyen imandır, ahlaktır. Bu bakımdan sadece yıkılan enkazları toplamak bizi düze çıkarmaz. Enkaza dönen iman ve ahlakımızı da toplamak ve belki yeniden layıkıyla iman etmek durumundayız.  Aksi halde ölçüye ve tartıya riayet etmeyenin dünyası da ahireti de başına yıkılır. Şu halde binalardan önce bir deprem ahlakı inşa etmek zorundayız. Zira ölçü ve tartıya riâyet etmeyen toplumların kaderi yıkılmaktır.





YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARŞİVİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI