Bugun...


Recep Orhan Özel

facebook-paylas
YÖNETİCİ İLM-İ HALİ -I
Tarih: 19-04-2024 09:11:00 Güncelleme: 19-04-2024 09:11:00


Âl-i İmrân Sûresi 14. âyet-i kerîmede dünya hayatının kimi maddî yönleri sayılır ve bunların insanlara câzip kılındığı ifade edilmektedir. Tefsir yönünden bu hususlar şöyle izah edilir: 1. Karşı cinse duyulan ilgi, 2. Soyun devam etmesi arzusu, 3. Sermaye sahibi olma isteği, 4. Kendi dışındaki varlıklara hükmetme, beğeni kazanma (makam, mevki ve şöhret sahibi olma) ve hoşça vakit geçirmenin verdiği zevk, 5. Hayvanî besinler ve hayvanlardan elde edilen ürünler, 6. Bitkisel besinler ve bitkilerden elde edilen mahsüller. (Kur’ân Yolu Tefsiri, Diyanet) Zikredilen maddelere bugün yatlar, katlar, araçlar gibi aklımıza gelebilecek bütün cezbedici dünya zinetlerini de ilave etmek mümkündür.

Anlaşıldığı üzere insanoğluna fıtrî olarak câzip gelen dünya metalarından birisi de yönetim araçları olan makâm-mevkilerdir. Tarih boyunca dünyalık makamlar nice insanı peşinden koşturmuş, kimilerini sonu gelmez mücadele ve entrikalara dahil etmiş ve nicesini de birbirine düşürüp kavga ettirmiştir. Bey olup posta oturmak ya da sultan olup tahta çıkmak için kardeşin kardeşle cenge tutuştuğu nice canların da bu uğurda heder olduğu malumdur. Sonuçta uğruna nice erdemden ödün verilen makam ve riyâsetler kimseye kalmamış, en görkemli ve şatafatlı makamlar dahi ölümün pençesinde yok olup gitmiştir.

Şüphesiz burada şunu vurgulamak gerekir ki yönetim kademelerinin bizzat kendisini şeytanlaştırmak doğru değildir. Çünkü her alanda bir yönetime ve yöneticiye ihtiyaç duyulması ve bu görevlerin birileri tarafından deruhte edilmesi zaruridir ve son derece doğaldır. Burada asl olan meşru ve ahlâkî çizgiden ayrılmamak, istikâmeti bozmamaktır. Ne ki bu alan tüm câzibe ve ayartıcılığıyla kaygan bir zemindir ve nicelerinin dengesini bozmuştur. Bu bağlamda kültürümüzde oluşan “siyâsetnâme” geleneğinin yöneticiye dolayısıyla yönetime ahlâkî çekidüzen vermeyi hedeflediği görülmektedir. Referanslarını Kur’ân ve sünnetten alan bu ilkelere başlığımızda “yönetim ilm-i hali” demeyi uygun gördük. Biraz da güncelleştirmek kaydıyla aşağıdaki hususları zikredebiliriz:

*Öncelikle makam sahibi olmanın manevi sorumluluğunun çok ağır olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden makamlar koşa koşa gidilecek, tabiri caizse keçi gibi tırmanılacak yerler değildir. Bin düşünüp bir karar vermek gerekir. Nitekim pek çok ilim erbabı yönetim işlerinden ya kaçınmışlar ya da bu görevleri kerhen üstlenmişlerdir. Ancak makam-mevkilerin dünyevî câzibesi çoğu kere insanın gözüne perde çeker ve manevi sorumluluğu unutturur. Halbuki yönetim ne kadar büyürse sorumluluk da o derece büyür ve hakikati bilenler için hesabı daha zorlaşır. Âyet-i kerîmede “O gün bütün nimetlerden sorguya çekileceksiniz” buyrulmuştur.

*Makam sahipleri yüksek derecede kulluk bilincine ve içselleştirilmiş güçlü bir ahlaki seciyeye sahip olmalıdır. Öyle ki en süslü illegal teklifler bu yüksek ve muhkem ahlak duvarına çarptığında tuz buz olmalıdır. Yöneticiler, dünyayı önüne serenlere karşı “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz bile…” diyen aziz peygamberin sünnetine tabi olmalıdır. Herkese fiyat biçenler iman ve ahlakın fiyatının olmadığını bilmeliler. Ancak ahlaken zayıf ve sathî olanlar bu mukavemet ve dirayeti gösteremez. Böyleleri sözde terbiye edilmiş kedinin fareyi görünce ortalığı birbirine katması gibi bütün ilkeleri bir anda unuturlar. Retorik düzeyinde kalan ahlak kritik anlarda etkisiz kalır.

*Makamların kişilere yetki ve güç verdiği bir gerçektir. Bunun da insan nefsini okşayan bir tarafı vardır. Yükseklere çıkıldıkça etraftaki her şey zahiren gözde küçülür. Bu durumun kibre intikal etme ihtimali vardır. Oysa inananlar tepelere çıkarak değil secdelerle büyür, secdelerle yükselir. Kibirlenen ancak kendini küçültür. Binaenaleyh makamlar egoların, enaniyet duygusunun tatmin edileceği yerler olmamalıdır. Bir makam sahibinin başına gelebilecek en büyük âfet kibir duygusudur. Nitekim İblis’in yüksek makamlardan kovulmasına neden olan ve onu şeytanlaştıran şey kibridir. Unutulmamalı ki insan ne kadar yüksekten düşerse hasar-kırım da o kadar fazla olur.

*Benlik ve kibre kapılan makam sahibi kendi nefsine daima “Mahkeme kadıya mülk değildir” sözünü telkin etmelidir. Peygamberimiz (a.s) “Neyi seversen sev bir gün ayrılacaksın” buyurmuştur. Bir gariban, uykusunda saltanat rüyası görürken gözünü açsa o hayal kaybolur da hiçlikle baş başa kalır. Bir hükümdar ise görkemli saltanatın gerçeğini yaşar, ama o da gözünü kapayınca tüm gerçekler hayal olur. Şu dünya “Ya Rabb! Bana benden sonra kimsenin erişemeyeceği bir hükümranlık ver” diyen Süleyman (a.s)’a dahi kalmamıştır nitekim.

*Makamlar sahiplik duygusu ile temellük edilen yerler değildir. Makam sahibinde emanet bilinci olmalıdır. Hâkim olma değil de hâdim olma duygusu ile hareket edilmelidir. Bu hal de dışa anlayış ve tevazu olarak yansımalıdır. Peygamberimizin (a.s) yanına bir kişi yaklaştı. Titriyordu. Allah Resûlü (a.s) ona “Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten, Güneş’te kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!..” buyurdu.

*Makam sahipleri maiyetinde çalışanlarına zulmetmemeli, onları rencide etmemeli, adaletli davranmalıdır. Efendimiz (a.s) “Hepiniz yöneticisiniz ve yine hepiniz yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz” buyurmaktadır. Kırıp dökmek, yakıp yıkmak, zulmetmek sorumlulukla bağdaşmaz hatta gayretullaha dokunur. Şiirde “Zâlimin reşte-i ikbâlini bir âh keser/Mâni-i rızk olanın rızkını Allah keser” denilmiştir.

Bir sonraki yazımızda ikinci bölümle devam edeceğiz. Sağlıcakla kalın.





YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARŞİVİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI