Bugun...


Kadir AYDIN

facebook-paylas
OSMANLI DÖNEMİ BAŞ SÜSLEMELERİ VE GİYİM-KUŞAM ÖZELLİKLERİ-2
Tarih: 24-11-2023 09:44:00 Güncelleme: 24-11-2023 09:44:00


Osmanlılarda “kesim” denince belli bir giyim şekli, kıyafet dikiliş tarzı anlaşılmaktadır. Bir bakıma kesim terimi, modayı karşılıyordu. İstanbul kesimi fistan, Cezayir kesimi şalvar, topuk kesimi entari gibi. Kadınların giyim kuşamı, yaşa, ekonomik duruma, kocasının statüsüne, mevsimlere, doğum-ölüm- düğün gibi sosyal olaylara ev işi ve dışına, yapılan işlere göre değişiklik gösteriyordu. En gösterişli ve yeni kıyafetler düğünlerde, bayramlarda giyiliyordu. Gelin kıyafeti en gösterişli olanıydı. Takıların, mücevherlerin en güzelleri düğünlerde takılırdı. Günümüzde de bu gelenek sürdürülmektedir. ( Özel, 1992, s.12)

Mücevher, eski kıyafetlerde büyük rol oynardı. Eski Türk giyiminde kemer  ve kuşak mutlaka vardı. Erkekler kuşağı, kadınlar kemeri kullanıyorlardı. Dokuma kemerlerin yanında değerli madenlerden yapılmış kemerler de bele takılmaktaydı Kemerler zenginlik derecesine göre kıymetli taşlarla süslenirdi.

Belde; kemer ya da kemer tokası, el ve kollarda; yüzük ve bilezik kadınların kullandıkları diğer takılardandır. Erkeklerde kullanılan takılar ise hamaylı, yüzük ve köstektir. Köstek, erkeklerin saat ucuna taktıkları zincirlerdeki süslemeli parçalardır.

Kadın sokak giyimlerinin en eskisi "ferace"dir. Feracenin üstüne iki tülbent parçasından oluşan "mahreme" ya da "yaşmak" örtülür. Birinci parça başı örterek çene altından tutturulur. İkinci parça, yalnızca göz çevresini açıkta bırakarak, ağız ve burnu kapatacak biçimde sarılmıştır.

Lale devrinde kadınların mesire hayatına karışması giyinme ve süslenmede büyük bir incelik meydana getirmiştir. Yaşmaklar gitgide o kadar ince kumaştan yapılmaya başlanmıştı ki, korunma ve örtünme fonksiyonunu kaybedip bir nevi süs şeklini almıştır. (Görgünay, 1973, s.30)

Kadınlar evde ve sokakta yün ve pamuk ipliğinden örülmüş çoraplar giymişlerdir. Elde, şişlerle örülen köylü çorapları renk ve motifler açısından çeşitli inançları, duyguları ifade ederler. Siyah yası, kahverengi küskünlük ve ümitsizliği, kırmızı sevgiyi, pembe-sarı havailiği anlatır. Topuk ve burunları kırmızı iplerle örülü kınalı çorapların genç kızlarca giyilenlerine sümbül motifi işlenir.”Öksüz kız, gönül kilidi, sevdalıyım, arkamdan gel, küstüm sana, bırak beni” gibi adlar taşıyan ve çoraplara işlenen motifler giyenin duygularını yansıtır, göçün olduğu toplumlarda haberleşmeyi sağlar.

Türk kadınlarının ayakkabıları üzeri işli saten terliğin yanında ilk ayakkabı şekli olarak çedik’in kullanıldığı zannedilmektedir. Çedik aşağı yukarı potine benzemekte idi. Bundan farkı, bilek kısmının bol olmasıydı. Sokağa çıkılırken çediğin üzerine pabuç giyilirdi. Pabucun burnu uzun ve topuğu açıktır. Daha sonra ayak bileğini kavrayan lastikli potinde giyilmeye başlanmıştır. Bu ayakkabılar tamamıyla topuksuzdu.( Görgünay, 1973, s.30)

Bacakların yarısına kadar çıkan ve çedik denen sarı deriden yapılmış mest ve üzeri giyilen aynı deriden yapılmış “cevari mesti” denilen ayakkabı, kırmızı deriden, kırmızı atlastan yemeniler ve terlikler de giyiliyordu. Nalınlar da sedef kakmalarla süsleniyordu. Anadolu ve Rumeli’de kısa ve uzun konulu çizme, keçe çizme, çarık, dolak sade nalınla, yemeniler yaygındı. (Özel, 1992, s.17)

Osmanlı Türk toplumunda kadının değişen sosyal durumu, kadın kıyafetleri üzerinde etkisini göstermiştir. Tanzimat, Meşrutiyet, Mütareke ve Cumhuriyet dönemleri bu değişimin belli dönüm noktaları olmuştur.

Kadın giyiminde başlıklar önemli bir yer tutar. Türk kadınları ev içinde ve dışında başı açık gezmedikleri için zaman içinde, takke, tas, tepelik, hotoz, arakçin, fes gibi başlıklar kullanmışlardır.

İstanbul saray kadınları saçlarını arkadan uzun bırakmış, önden kısa (perçem) kesmişlerdir. Önden alın üzerine giydikleri elbiselerinin rengine uygun kadife bir kurdele bağlamışlardır.

Baş süslemenin doğal malzemesi saçlar. Saçlar kakül keserek (alna düşen saç) zülüf ya da perçem keserek (yanaklara düşen saç), veya çeşitli biçimlerde örülerek (tek örgü, iki örgü, kırk belik) süsleniyor. Bu kesimler (kakül, zülüf, perçem, örgü) gelişi güzel değildir, bazı kurallara bağlıdır. Sözgelimi kaküller, kız evlenirken yapılan bir törenle, yenge kadının kız anasından izin alınarak kesilir. Öbür kızlar tören sırasında şarkılar söyler. Bazı yörelerde damat da bulunur, yenge ona da sorar “İzin var mı kakül keselim mi” diye. Ama damat bu soruyu her zaman ben bilmem anam bilir” diye cevaplar. (Araz, 1990,s.30)

 Saçlar, saçlara yapılan örgüler, örgülerin miktarı ve süslemeleri ile bu süsleme şekilleri bölgeden bölgeye değişmektedir. Kaküller ve zülüfler kadının evli- bekar olduğunu gösterir. Başlıklar ise hazır alınarak, süslenip başa giyilen; tas, fes, tepelik, arakçının yanı sıra saça şekil verilerek süsleme yapılan, taç, hotoz, tozak vb. gruplara ayırabiliriz.

Arkadan, tepelerine ipekten sert işlemeli bir hotoz yerleştirerek bunun üzerine de tülden örtülerini örtmüşlerdir. Tül, hotozun üzerinden ve başörtü ile birlikte yüze düşürülerek iki, üç kez boyunu çevrelemiştir. Yüze örtülen tülün ve  başörtünün rengi, giyilen elbisenin renginde veya bir ton açık renkte seçilmiştir. (Türkoğlu, 2002, s.78)

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Raziye Sultan’ın giydiği baş üzeri mücevherli kumaşla kaplanmış bir tacı andırmaktadır. Başlığın kenarında incili sarkıntılar ve kulağında sarkıntılı küpeler bulunmaktadır. Saç kaküllüdür ve arkada inci ile örtülmüştür. Raziye Sultan zamanın sık giyinen hanımlarındandır. Zevkine çok düşkün olduğundan “TASASIZ RAZİYE” namı ile halk arasında anılırdı. Dilimizde bu deyim zevkine düşkün kimseler için hala kullanılmaktadır. (Becker vd, 1982, s.40)

Özellikle 14. yüzyılda giyilen başlık hala Türkistan da Kırgızlar arasında gi- yilmektedir. Kıyafetname'de başlığın çeşitli krokileri çizilmiştir. Şekilde görülen başlıktaki siper istendiği zaman gözlerin üstüne indirilip, kaldırılabiliyor. Başlığın kenarı 1,5 cm kalınlığında dört sıra şeritle üst üste çevrilmiş: tepesi 20.yüzyıl Osmanlı zabitlerinin giydiği kalpakların tepesi gibi merkezde toplanan sırma atkılarla süslenmiştir. Ensesinden boyuna doğru ince bir tülbent boynu kaplamaktadır. Yüz açık bırakılmaktadır.

Yüzün yarısını kapayan yaşmak Türkiye’de 17. yüzyılda kullanılmaya başlamıştır. Buna göre, İbni Batutan’ın kayıtlarında teyid ettiği gibi önceki yüzyıllarda Türk kadınının erkekten kaçmadığı bu şekilde belgelenmektedir. (Türkoğlu, 2002, s.80)

 





YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARŞİVİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI