Bugun...


Recep Orhan Özel

facebook-paylas
İNFAK AHLAKI
Tarih: 22-03-2024 09:27:00 Güncelleme: 22-03-2024 09:27:00


Allah rızası niyetiyle ihtiyaç sahiplerine yapılan yardımlara “infak” denir. Bu yardımlar aynî olabildiği gibi nakdî de olabilir. Zekât ve sadakalar genel olarak infak kapsamında değerlendirilir. Kur’ân’da birçok infak ayeti bulunmaktadır. Yüce kitabımızda sıklıkla ele alınması infak konusunun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.  Çeşitli manevi güzellikleri kendinde toplayan Ramazân-ı şerîf ayı aynı zamanda infak ayıdır. İlgili ayet ve hadîslerden kalbimize doğan bazı mülahazaları burada paylaşmak istiyorum:

*İnfakta “alan” ve “veren” olmak üzere iki taraf vardır. Muhtaçlık genellikle yardımı alan tarafla özdeşleştirilir. Veren taraf ise varlıklı olanlardır ve genel olarak onların da müstağni olduğu düşünülür. Ancak “almak” mağdur ve mahrum taraf için nasıl bir ihtiyaçsa “vermek” de varlık sahibi için bir ihtiyaçtır. Verdikçe “madde bağımlılığı”ndan özgürleşir insan. Eğer bir kişi imkânı olduğu halde veremiyorsa “verme” ihtiyacının acınası yoksuludur. Allah Resûlü (a.s) imanla cimriliğin aynı kalpte bulunamayacağını haber vermiştir.

*Yüce Mevlâ, “Sadakaları Allah alır” buyuruyor. Mevlâ yoksulun hâmisi olarak “O’nun namına ben alıyorum, bana veriyorsun” diyor. Yoksulun sana uzanan elini, Yaradan’ın kabulü say.

*Yokluk kadar varlık da bir imtihan halidir. Fakat insanlar çoğunlukla yokluğu imtihan olarak değerlendirir. Halbuki niceleri şu dünyadan varlığın imtihanını veremeden gelip geçmiştir. Zenginliği dillere destan Kârûn bunun menfi sembolüdür. İnsanın zaafları arasında mala-mülke bir eğilim söz konusu olunca paranın kullanımı imtihana dönüşmektedir. Zira varlık, sahibine birçok günahı işleme imkânı da sunar.  Bu bakımdan varlığı Allah için kullanabilenler, israfa ve harama aracı kılmaktan kaçınanlar imtihandan geçenlerdir. 

*Sadece saçıp savuranlar değil cimriler de müsriftir. Ellerindeki nimeti kullanmazlar ve âtıl bir şekilde saklarlar. Bu da bir tür israftır. Böylesi müsrifliğin de bir hesabı vardır. Ne buyurmuştu Hz. Peygamber (a.s): “Cimrinin haline şaşarım; dünyada fakir gibi yaşar ahirette ise zengin gibi hesap verir.” O zaman vermek imkândan öte iman meselesidir.

*Sadaka Kur’ân’ın çokça yer verdiği kavramlardandır.  Ancak bizde daha çok basit ve küçük yardımları çağrıştırır şekilde anlaşılmaktadır. Bazen bozuk para kabilinden verilen şeyler önce akla gelir. Nitekim bizde dilenciye sadaka verilir. Hoş onlar da “Allah rızası için sadaka” diyerek ister. Fakat kelimenin özgün anlamında biraz daralma olmuş gibidir. Buna karşın “sadaka” kavramı aslen çok daha derin anlamlar taşır. Sadaka, doğruluk, samimiyet, sadâkat gibi anlamlara gelen “sıdk” köküyle aynı anlamı paylaşır.  Bu durumda “sadaka” imanda samimiyetin ve sadâkatın bir ifadesidir. Gün gün, ay ay mütemadiyen birikim yapıp dünya yatırımlarına tomarla para harcarken ahiret yatırımı söz konusu olduğunda en alt limitten gitmek ve belki cep karıştırmak sadâkat kusurudur.

*Zekât temiz olma, arıtma, bereket gibi anlamlara gelir. Zekât veren iki temizlik gerçekleştirmiştir. Birincisi kendi ruhunu temizler; kalbindeki cimrilik duygusunu köreltir, merhamet duygularını geliştirir. İkincisi parasını temizler. Çünkü zekât payı muhtaçların hakkıdır. Zekât vermekle kişi kendisine ait olmayanı sahibine iade etmiş olur.

*Mağduriyetinden haberdar olduğumuz bir kardeşimizi cenneti ayağımıza getiren bir elçi olarak bilmek gerekir. Kaderin bu fırsatı tekrar getirip getirmeyeceğinden emin olamayız. Allah (c.c) son nefesini veren kimi insanların “Bir fırsat daha verilse de bolca “sadaka” versem ve o sâlih kimselerden olsam” şeklinde pişmanlık ifade edeceğini haber vermektedir.

* “Mal canın yongasıdır” derler. Para nefsin zaaf noktalarından biridir. İçinde böyle bir hal nüksederse nefsine kendi malından değil Allah’ın mülkünden verdiğini hatırlat. Nitekim Allah (c.c) “Göklerin ve yerin gerçek mâliki” olduğunu beyân ediyor. Bizim mâlikliğimiz geçici ve emânetendir. Emânetçi elindekinin kendi mülkü olmadığını bilir. Kelâm-ı kadîmde “Verdiğimiz rızıklardan infak ederler” buyrulmaktadır. Emanetçinin görevi emaneti sahibinin isteği doğrultusunda korumak ve kollamaktır. Bu dünyanın en zengini öte tarafa tek kuruş götüremeyecek derecede aciz ve fakirdir. 

*Riya ve başa kakmak iyiliği murdar eder. Seleften bazıları yardım yaparken öyle mahcûbiyet ve mahfiyet haline bürünürlermiş ki durumu gören kişi veren tarafı ihtiyaç sahibi zannedermiş. İsim duyurmak için veya güncel deyişle PR yapmak için yapılan zâhirî iyilikler “sâlih amel”i fâsid (bozuk) amel yapar. Ameller Allah rızâsına dayandığında ancak “sâlih” olur. “Sâlih amel” bilincine erişenler yeryüzünde bilinmeseler de alîm olan Allah katında bilindiklerini bilirler. Dolayısıyla iyiliklerinin yeryüzü halkı arasında bilinmesini umursamazlar. Nitekim Allah Resûlü (a.s), “âhiret müflisi” sayılacak üç kişiden birinin şan-şöhret yahut nâm için yardım yapan olduğunu beyan etmiştir.

*İhtiyaçlar sınırsız ihtimaller bütünüdür. Bu nedenle “verme” söz konusu olunca şeytan “ihtiyacın var” demekte hiç zorlanmaz. Yoklukla dahi korkutur. İyilikten vazgeçtiğimizde ise mağlup olmuşuzdur.

*Vermek eksiltmek değil, artırmaktır. Azaltmak değil biriktirmektir. Allah (c.c) sadakaları nemalandıracağını söylüyor. İman hesabı ile dünya iktisadı bazen tersine işleyiş içindedir. Allah Resûlü eşi Hz. Âişe’ye kurbandan geriye ne kaldığını sorunca eşi “Bir but hariç geri kalanını infak ettiğini” söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) “O vakit bir but hariç hepsi bizde kalmış” buyurur. Şu hâlde iyilik namına verdiklerimiz bizimdir. Bu bakımdan Allah yolunda verdiklerimiz ahiret yatırımı, ahiret birikimidir. Her iyilik toprağa atılan bir buğday danesine benzer. O tek bir dâneden yedi başak çıkar. Her bir başakta ayrı ayrı yüz dâne olur. Rabbimizin vadi böyledir.

*İnfak kula yapılsa da Allah için yapılmıştır. Allah “sadakaları ben alırım” buyurduğuna göre sadaka vermek Rabbimize kıymetli bir hediye veriyor gibi özen ve dikkat ister. Defolu, hatalı imalat vs. sebeplerden elde kalmış mallar sadaka olarak veriliyorsa orda yine bir sadâkat kusuru vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için topraktan çıkardıklarımız mahsullerin güzel olanlarından infak ediniz. Ancak gözünüzü çevirerek alabileceğiniz adi şeyleri infak etmeye kalkışmayın.”    

*Çok dağıtmak dünya ölçeğinde cömertlik olsa da “İslâm cömertliği” olmayabilir. İnfak eyleminin mahzâ Allah rızası yanından gönülden olması gelir. Aksi halde Câhiliye’de çok cömert insan vardı.  İslâm ahlâkçıları gönülden olmayan, isteksiz, zoraki vermelerin gerçek sehâvet (cömertlik) olmayacağını ifade etmişlerdir. Az veren de çok veren de maldan değil candan vermelidir.

*Allah (c.c) infakta bulunan örnek müminleri anlatırken iyiliklerine mukabil herhangi bir karşılık ve teşekkür beklemediklerini ifade etmektedir. Karşıdakini en küçük şekilde incitmemek, medyûn-ı şükrân olduklarını hissettirmemek esastır. “Allah rızâsı” yegâne hedef olduğuna göre onun dışında bir beklenti ihlası bozar. Tam aksine iyilik yapılan kişiye minnet ve şükran duymak gerekir. Zira o kimse kulluğumuza vesile olmuştur. Gerçek mümin Allah’a şükreder, kuldan teşekkür beklemez. Bir Allah dostunun, yardım koyduğu zarf içine “Kabul buyurduğunuz için teşekkür ederim” notunu düştüğünü öğrenmiştim. Ne büyük incelik…





YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARŞİVİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI